TÜRKİYE yeni bir terör dalgasıyla karşı karşıya kalmış görünüyor. 29 Nisan sabahı Lice-Genç karayolunda, Lice Tugay Komutanlığı’ndan hareket eden bir tank ile zırhlı personel taşıyıcı, Lice’ye 10 km uzaklıktaki Abalı Köyü yakınlarında teröristlerin mayınlı saldırısıyla karşılaştı. Yola döşenen mayının uzaktan kumandayla patlatılması sonucu, zırhlı personel taşıyıcıda bulunan 2 uzman çavuş ile 7 asker şehit düştü. Olayın duyulmasının hemen ardından bölgeye sevk edilen birlikler geniş çaplı operasyon başlattı. Aynı gün içinde Hakkari’nin Şemdinli İlçesi’ne bağlı Derecik Beldesi yakınlarındaki Bilimi Gediği bölgesinde operasyondan dönen askerî birliğe teröristlerce açılan ateş sonucu bir er şehit oldu. Çıkan çatışmanın ardından teröristler kaçtı. Güvenlik güçleri gelen takviye birliklerle bölgede geniş kapsamlı bir operasyon başlattı. Irak’ın kuzeyinde Zap ve Avaşin-Basyan bölgelerinde tespit edilen PKK/KONGRA-GEL terör örgütüne ait hedefler, Türk Hava Kuvvetleri’ne mensup savaş uçaklarınca 29-30 Nisan’da vuruldu. 30 Nisan’da ise Tunceli’nin merkez Eğriyamaç Köyü yakınlarında uzaktan kumandalı bombanın teröristlerce patlatılması sonucu iki askerin yaralandığı bildirildi. Bombalı saldırının yapıldığı bölgede bulunan bir bomba da güvenlik güçlerince imha edildi.
Yaşanan olaylar, Türkiye’nin yakın tarihini bilenlerde deja vu etkisi yaratırken, olan her zamanki gibi hayatını kaybeden gencecik insanlara oluyor ve Türkiye’nin kökleşmiş sorunlarının çözümü bir kez daha başka bahara erteleniyor. Siyaset içerisindeki aktörlerin kendi konumlarını, tehdit üreterek ya da var olan tehditlerin ortadan kalkmasını engelleyerek sürdürdüklerini göz önüne alırsak, bu son olayları ancak terörün devam etmesinden kimlerin çıkarı olduğu sorusunu sorarak tam olarak anlamlandırabiliriz. PKK terörünün zirveye ulaştığı ve Türkiye’yi gerek iç gerek dış siyasi alanda adeta adım atamaz hale getirdiği 1990’lardan itibaren, ne zaman terörün bitirilmesi için sivil yöntemlerin devreye girmesi söz konusu edilse, ülkeyi sarsan ve her şeyin yeniden başa sarmasına yol açan bir şiddet dalgasıyla sarsılıyoruz. Zaman zaman ulusal ve uluslararası güç odaklarının da güdümüne girebilen ve bu yönde eylemler düzenleyebilen PKK için Kürt sorununun çözümü, büyük ölçüde örgütün var oluşuna zemin hazırlayan şartların da ortadan kalkması demek olacağından, PKK’nın normalleşmeye sekte vuracak kanlı eylemleriyle siyaseti felce uğrattığını görüyoruz.
Bunun karşısında, siyasetçiler ile sivil ve askerî bürokrasinin, sorunun sadece askerî yöntemlerle çözümünde neden ısrar ettiği de ayrı bir soru işareti. Türkiye’de ordunun sivil siyasetin üzerindeki etkisi ve askerî tedbir ve yöntemlerin dışındaki çözüm önerilerine duyulan genel hoşnutsuzluk ve güvensizlik, Türk siyasal hayatının bir gerçeği olarak önümüzde duruyor. Diğer yandan, siyasetçilerden medya ve sivil toplum kuruluşlarına kadar uzanan sivil güçlerin, “terör” gibi karmaşık ve çok boyutlu bir meselenin askerî yöntemler dışında, demokratik siyaset çerçevesinde çözümü için arkasında duracakları güçlü öneriler getiremedikleri, sağlam politikalar önerip kamuoyunu ve askerleri buna ikna etmek için yeterli çaba harcamadıkları da unutulmamalı. Siyasetçilerin inisiyatif almaktan ve sorumluluğu paylaşmaktan kaçınmaları, sorunun çözümünün gecikmesinde önemli bir rol oynuyor.
PKK terörünün bir türlü durdurulamamasında, uluslararası aktörlerin etkisini de göz ardı etmemek gerekir. Bölgesinde etkin ve güçlü bir aktör olma potansiyeli taşıyan Türkiye, küresel güç mücadelesinin bir neticesi olarak çeşitli uluslararası aktörlerin PKK terörünü desteklemesi nedeniyle enerjisinin çoğunu bu kısır döngüye dönüşmüş probleme harcamak zorunda kalıyor. Türkiye’nin Kafkasya, Orta Asya ve Ortadoğu enerji hatlarının önemli bir geçiş güzergâhı olması, PKK terörünü kolaylıkla dış güçlerin kendi çıkarlarını korumak ve Türkiye’yi cezalandırmak için kullandığı bir araç haline dönüştürüyor.
Ümit Fırat: “Türkiye’de ne zaman iyiye gidiş olsa bir terör eylemi gerçekleşir”
Konuşan: Ebru Afat
Diyarbakır ve Hakkari’de gerçekleşen son terör olaylarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bildiğiniz gibi 27 Nisan’da İstanbul-Bostancı’da polisin Devrimci Karargâh isimli örgütün hücre evine düzenlediği baskın sırasında bir çatışma yaşandı. İki gün arayla gerçekleşen bu eylemler arasında bir bağlantı olabilir mi?
Bu operasyonların birbiriyle bağlantısı olduğunu sanmıyorum. Bostancı’daki operasyonda öldürülen Orhan Yılmazkaya, bazı konularda kendini PKK ile yakın hissediyor olabilir ama örgütle direkt irtibatı olan birisi olduğunu zannetmiyorum. Ama tabii burada özellikle şu hususa da dikkat çekmek gerekir. Son 20-25 yıldır bazı alanlarda Türkiye’de iyiye gidişin olduğu, ülkenin kronik problemlerinin önünün açıldığı dönemlerde bu tür hadiseler peş peşe meydana geliyor. Bu olayların kahramanları birbiriyle ilişkili değildir belki; ama arka planda bunları bir şekilde birbiriyle ilişkili kılan güçler ve odaklar var.
PKK’nın 29 Mart seçimleri öncesi aldığı ateşkes kararını Haziran’a kadar uzattığı bir dönemde bu eylemleri nasıl okumak gerekiyor?
Bu son eylemleri gerçekleştiren PKK olabilir. Ama bu tür eylemleri ortaya çıkaran başka nedenlerin olduğuna inanıyorum. PKK içerisinde kontrolün bazı zamanlarda, bizzat örgüt içerisinde tanrısal bir güce sahip görünen Abdullah Öcalan tarafından dahi, sağlanamadığını düşünüyorum. Bu, bizzat Öcalan tarafından da zaman zaman tartışmaya açılmış bir durum. Örgüt içerisinden bazıları kendi başlarına bu tür eylemlere girişiyor olabilirler. Sonuçta bu örgüt, başka birçok örgüt gibi, çok mekanik olarak işleyen bir yapıya sahip değil; alınan bir karara örgütün tamamı sorunsuz bir şekilde uymayabilir. Bu sebeple son eylemlerin, örgütün bizzat kendi politikası mı yoksa örgüt içerisinde kontrol dışına çıkan birilerinin bağımsız eylemi mi olduğunu kestirmek şu noktada mümkün değil.
Bu olayları da hesaba katarak önümüzdeki günlerde ne tür gelişmelerin olacağını bekliyorsunuz?
Bu sürekli tekrarlanan bir durum aslında. Bu tür olayların ardından ordu harekete geçer, bölgede operasyonlar başlar ve birtakım insanlar hayatlarını kaybederler; böylece eylemlerden önce yaşanan normalleşme süreci hiç yaşanmamış gibi bir durum ortaya çıkar. Başta da söylediğim gibi ne zaman bir iyiye gidiş olsa, birileri çatışmayı tetikleyerek olumlu gidişi durdurmaya ve gelişmelerin aldığı mesafeyi silmeye yönelik eylemlere girişir.
Peki, AKP hükümetinin bu durumu değiştirme ihtimali var mı?
AKP hükümetinin bu meseleye yaklaşımı, aynen 1993’te Tansu Çiller yönetiminde yaşandığı gibi, gittikçe sorumluluklarını başka mercilere bırakma ve vurdumduymazca davranma durumuna doğru kayıyor. AKP inisiyatif almak yerine, sorumluğu oradaki yerel güvenlik güçlerine bırakıyor ya da ne olacaksa olsun tarzında bir eylemsizliği seçiyor. Bu sebeple de bölgede eski gücünü koruyamıyor ve etkisini kaybediyor. AKP’nin 29 Mart yerel seçimlerinde bölgede aldığı oy oranı bunun somut bir göstergesi. AKP bölgedeki etkinliğini özellikle son bir yıldır giderek kaybediyor ki bu da tamamıyla AKP’nin aleyhine işleyen bir süreç.
Alper Görmüş: “Terörü durdurmak için kendimizle hesaplaşmalıyız”
Konuşan: Ebru Afat
Diyarbakır’da mayın patlamasında dokuz, Hakkari’de ise çatışma sırasında bir asker şehit oldu. Türkiye’nin gündemini PKK terörü yine yoğun şekilde meşgul edecek gibi görünüyor. Sizin bu konudaki görüşleriniz nedir?
Bu bizim maalesef gerçeğimiz. Her defasında bu terör ne olacak diye soruyoruz birbirimize. Sonra aynı olaylar bir daha bir daha oluyor. Terörü sadece silahlı yöntemlerle çözemeyiz deniyor. Ama başka yöntemler önerenler hemen suçlanıyor. Üzerinden biraz zaman geçince de aslında bunları yapmamız gerekirmiş diyoruz. Ben bu sorunu, şimdikinden çok daha açıklıkla ve açık yüreklilikle tartışarak çözebileceğimizi düşüyorum. Kimse kimseyi yaptığı bir öneri nedeniyle vatan hainliğine varacak ithamlarla suçlamamalı. Her şeyden önce ilk kabulümüz bu olmalı. Birbirimize bağırarak, kavga ederek hiçbir şey halledemeyeceğimizi artık anlamamız gerekir. 20 yaşında hayatını kaybeden gencecik insanların hatıraları için yapabileceğimiz en iyi şeyin bu olduğuna inanıyorum.
Peki, bu olayların ardından kısa vadede sizce neler olabilir? Biliyorsunuz, iki gün önce ülke çapında çeşitli örgütlere yönelik bir operasyon gerçekleştirilmiş, İstanbul-Bostancı’da da teröristlerle polis arasında çatışma yaşanmıştı. Bu süreç daha da yoğunlaşarak devam ederse Türkiye’deki siyasal ortamı ve kamuoyunu ne şekilde etkiler?
Bir sezgi olarak şunu söyleyebilirim ki, Türkiye karanlık geçmişiyle gerçekten ciddi bir hesaplaşma içine girmiş görünüyor. Hiç beklemediğimiz, tahmin edemediğimiz ilişkilerin ortaya çıkması da söz konusu olabilir bu süreçte. Belki ancak o zaman bir adım atabiliriz. Dolayısıyla zaman zaman terörün şiddetlenmesi ve ne oluyoruz diye sormaya başlamamızın biraz da böyle bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Sanki yavaş yavaş sona doğru gidiyoruz. Çok şaşırtıcı birtakım gerçeklerle karşılaşabiliriz. Bunu hissediyorum ama elbette bu hissime kaynaklık eden emareler de var önümüzde. Ben sonuç olarak karamsar değilim. Olan biten şüphesiz çok üzüyor hepimizi. Ama bir yandan da Türkiye’nin olumlu bir yöne gittiğine dair bir iyimserlik taşıyorum.
Peki, ama bu şiddet dalgası sizin dediğiniz bu yüzleşmeyi engellemez mi? Ya da en azından kamuoyunun bu yöndeki eğilimini yavaşlatacak bir etkide bulunmaz mı?
Bu şiddet dalgasının, sözünü ettiğim yüzleşmeye, arınmaya doğru giden süreci engellemeye dönük bir yönü de var kuşkusuz. Kamuoyu böyle de değerlendirebilir tabii yaşananları. Sonuç biraz da Türkiye’nin demokrasi güçlerinin performansına bağlı olacak. Her iki etkiye de açık bir süreç ve nasıl sonuçlanacağına bakmak lazım. Yapabileceğimiz tek şey, hepimizin Türkiye’nin bir hesaplaşmadan geçmeden arınamayacağı, düzgün bir demokrasiye kavuşamayacağı yönünde kamuoyunu etkilemeye çalışmasıdır.
Son olarak hükümetin bu olaydan sonra nasıl bir tavır takınacağını düşünüyorsunuz? Terör olaylarının yoğunlaşması halinde hükümet ne yapacaktır ve size göre ne yapmalıdır?
Hükümetin ne yapacağını tahmin etmek kolay değil zira ikircikli bir tavrı var. Hükümet bir yandan terörün sadece silahla çözülemeyeceği yönünde çıkışlar yapıyor. Bazen de bizzat başbakanın ağzından, sanki meselenin sadece silahla çözülebileceğine inanan bir insanın konuşmalarına benzer sözler dökülüyor. Kısacası hükümetin bu konuda kafası biraz karışık görünüyor. Diğer taraftan hükümet dış etkilere de açık. Parti içinde de farklı tutumlar söz konusu. AKP içinde bir yanda demokrat diyebileceğimiz bir eğilim mevcutken, diğer yanda gayet şoven, aşırı milliyetçi eğilimlerin de olduğunu biliyoruz. Şimdi bunlar da birbiriyle çarpışıyor tabii ki. Dolayısıyla hükümetin de tavrı değişebiliyor.
Ayrıca hükümetin işi de hiç kolay değil. Biz böyle birtakım eleştiriler yapıyoruz ama Türkiye çok zor bir ülke. Çok ağır olaylar yaşanıyor ve bütün bunlar şüphesiz kamuoyunu da etkiliyor. Sonuçta Türkiye, iktidarların seçimle gidip geldiği bir demokrasi… Hükümet politika belirlerken tüm bunları da değerlendirmek zorunda. Dediğimiz gibi hükümetin işi gerçekten çok zor. Ama hükümetin her şeye rağmen geri basmaması, anti-demokratik güçlerin kışkırtmaları ile panikleyerek özgürlüklerden taviz vermemesi lazım. Her şeyi tartışarak çözebileceğimize dair bir anlayış benimsenmeli ve bu anlayış hükümet katından kamuoyuna dalga dalga yayılmalıdır.
Diyarbakır’daki olaydan hemen sonra TV kanallarında konuşan emekli generaller, askerin elinde teröre karşı mücadele etmek için yeterince imkân olmadığını, sivillerin bunu engellediğini söylediler. Her şeyden önce bölücülüğü engellemenin önemli olduğundan bahsettiler, TBMM’deki “bölücü” partiye dikkat çektiler ve Meclis’in buna karşı bir mücadele yöntemi geliştirmesi gerektiğine dikkat çektiler. Bu tür şahince çıkışlar böyle dönemlerde kamuoyunda çok etkili olabiliyor. Hükümet şimdiye kadarki ikircikli performansını yine sürdürebilir. Ama hükümet bu konuda, şahinlere boyun eğip terörle mücadelesinde şiddete dayalı bir yöntemi temel alırsa, bu tabii kendisi için de sonun başlangıcı olabilir. Ama ben hükümetin de böyle bir bilince sahip olduğunu düşünüyorum. Zira hiçbir zaman tam olarak uç noktaya gitmedi. Gitmeye kalkışsa bile hükümetin belli firen mekanizmaları var, bir noktada durabiliyor. Dolayısıyla hükümetin tamamen şiddete dayanan bir noktaya gideceğini sanmıyorum; ama şiddet yöntemine dönmesine yönelik çok büyük bir baskıyla karşılaşacağını da biliyoruz. Hükümetin, bunun sadece ülke için değil kendisi için de çok ciddi sonuçlar doğuracağını bilmesi ve ona göre tedbir alması gerekiyor.
Paylaş
Tavsiye Et